5 Kasım 1998.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, yaptığı bir konuşma nedeniyle aldığı 10 aylık hapis cezası Danıştay’da onaylandı ve belediye başkanlığı düştü.
5 Kasım 2017.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın emri üzerine şu ana kadar toplam 4 büyükşehir belediye başkanı, 2 ilçe belediye başkanı istifa etmek zorunda kaldı. Kulislerde 7 belediye başkanının daha istifa ettirileceği konuşuluyor.
İstifa eden bu belediye başkanları soruşturma geçirmedi, yargılanmadı, adaletin karşısına çıkartılmadı.
Sadece, istifa etmek zorunda olduklarını söyleyerek; ne kendilerine “yönetme yetkisi”ni veren halka hesap verdiler, ne de savunma haklarını kullanabildiler.
Seçen ve seçilen arasındaki tüm demokratik ilişki iflas etti.
Sıkça siyaset kürsülerinden dile getirilen, o “Eski Türkiye”de bile suçlanan kişinin mahkeme karşısına çıkıp, kendini savunma hakkı vardı. Aynı zamanda onu seçen halkın, süren yargılama sürecini takip etme, yargılamanın doğruluğunu-yanlışlığını kendince idrak edebilmesinin ihtimali vardı.
Bugün ;
“Ben aday yaptım, koltuğa ben oturttum ve koltuktan kalksın”, “Yeni Türkiye”sindeyiz.
Seçmiş olanın hiç mi hükmü yok?
Yok...
Zamanı gelince yenisini seçsin.
Belediye Başkanlığı görevi ne zamandır rotasyona, nöbet değişimine tabi bir görev haline geldi? Kaymakam, vali, daire başkanı atanır, bürokraside görev değişimi vardır.
Seçilmiş belediye başkanlarının ise nöbet değişimi, yine seçimle gerçekleşir.
Bazı belediye başkanlarının istifa ettirilmesi, yalnızca siyasal bir partinin ekip içi uyumsuzluğu ile açıklanamaz.
Ekip içi uyumsuzluk, kentin gerçek sahiplerini, yani halkı ilgilendirmez.
Kanun ve yönetmelikler açısından belediye başkanlarının, görev süreleri boyunca, yaptıkları icraatlerle yargılamak yerine, istifalarını istemek, AKP’li belediye başkanlarının uygunsuz ve kanuna aykırı işlerini örtbas etme niyetinin de açık bir göstergesi değil midir?
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu tabloya göre, Türkiye’nin nüfus oranına göre hesaplandığında, %43 gibi ciddi bir yüzdeliğe tekabül eden halk, artık temsil edilemiyor.
Devletin halka en yakın ve kolay ulaşılabilir makamı olan belediyelerin, “yerel irade”yi temsil etme özelliğini yitirmesinin tek bir çıkış yolu var ki, Ana Muhalefet Partisi olma sorumluluğu ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin her kademesi tarafından dile getiriliyor: Erken Yerel Seçim. Türkiye demokrasisi için artık bir zorunluluktur.
Milli iradenin yereldeki tecellisi olan belediyelerde, yönetimsel düzeyde yaşanan bu kriz, belli ki devam edecek. Tüm basın yayın organlarında, kanıksanmış bir biçimde, istifa etmesi beklenen, sıradaki belediye başkanlarının isimleri zikrediliyor.
İlginç olan şu ki, istifa eden ve neden ettiklerini açıklamayan belediye başkanları, yaşamları boyunca, görev yaptıkları döneme ilişkin, halkın gözünde şaibeli olmaya mahkumlar.
Çünkü hesap vermediler, devletin ilgili kurumlarınca incelenmediler. Yaptıkları işlerden mi korktular, yoksa haklarında adaletli bir inceleme-yargılama olmayacağını mı düşündüler, bilemiyoruz. Ama hesap vermediler !
Halkın iradesi ve algısı açısından ise bu sürecin en travmatik sonucu; kentini yönetecek belediye başkanını bile seçmenin, oy vermenin anlamsızlığı duygusu.
Bir siyasetçi olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı, Cumhurbaşkanlığı’na kadar taşıyan, Belediye Başkanlığı makamının, rotasyona tabi tutulan sıradan bir bürokrat konumuna getirilmesi, yerelde bile halkın, söz hakkının olmadığının tescil edilmesidir.
Bu yüzden, her şeyden önce halkın vicdanında açılan bu yaranın, Seçmen İçin Adalet ve Temsil Hakkı talebiyle, Erken Yerel Seçimle, tedavi edilmesi gerekmektedir.