09.10.2022 tarihinde Siyasal Paradigmalar Düşünce Platformunda Yayınlanmıştır. https://siyasalparadigmalar.org/sosyal-konut-mu-toplu-konut-mu/
Geçtiğimiz günlerde açıklanan “Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Sosyal Konut Hamlesi” sonrası, bir yandan; milyonları bulan başvuru sayıları Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından güncel olarak kamuoyu ile paylaşılırken, bir yandan da beraberinde getirdiği sorular ve sorunlar tartışılmaya devam ediliyor.
Bu proje ile ülkemizde yaşanan barınma sorununun çözüme kavuşturulup, kavuşturulamayacağını tartışmadan önce, açıklanan bu “hamlenin” gerçekten “sosyal” bir devlet projesi olup olmadığına bakmakta fayda var.
Cumhuriyet ve Konut Sorunu
Türkiye’de konut sorunu ilk kez Cumhuriyet’in ilanı ve II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktı. Türkiye’nin geç sanayileşmiş ülkelerden biri olması nedeniyle; sanayiye bağlı konut sorununun ise; ancak 1950’lerden sonra gündeme geldiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle, 1961 Anayasasında Sağlık Hakkı başlıklı 49. Maddede; “Devlet, yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayıcı tedbirleri alır” denilerek; devlete, yoksul ve dar gelirli ailelerin konut ihtiyacının karşılanması için gerekli tedbirleri alma sorumluluğu verilmiştir.
1982 Anayasasında ise “Konut Hakkı” bir madde olarak ilk kez Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer bulmuştur. 1982 Anayasası’nın 57. Maddesinde; “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözetleyen bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler”denilmektedir.
1961 Anayasası’ndaki “yoksul ve dar gelirlilere verilen öncelik” 1982 Anayasasında terk edilmiştir. Neo-liberal ekonomi politikalarının izlerini taşıyan 1982 Anayasası’nda temel bir ihtiyaç olarak konut ve konut hakkının, bir “yatırım ve rant aracı” olarak algılanmaya başlandığını görüyoruz. 1961 Anayasası’ndaki yoksul ve dar gelirli vatandaşlar için sosyal konut anlayışındaki devletin, 1982’de yerini “toplu konut teşebbüslerini destekleyen” devlete evrildiğini tespit etmeliyiz.
Türkiye’de devletin konut sorununa yaklaşımı sonraki yıllarda da “sosyal” değil “toplu” konut projeleri ve uygulamaları halinde devam etmiştir. Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarındaki yaklaşımına kısaca göz attığımızda ise; Cumhuriyet ideallerini yansıtan ve nüfusun kırsalda korunarak, ülkenin tarımsal üretim kapasitesini yükseltmeyi amaçlayan “Numune Köyler” ile karşılaşırız.
Numune Köyler, kuruluş ilkeleri, planlaması ve mekansal çevre ile olan ilişkisi bakımından sadece bir konut üretme süreci değil; üretime dayalı bir sosyal yaşam projesidir. Bu anlamda; Cumhuriyet’in ilk ve belki de son gerçek Sosyal Konut Projesi olarak farklı illerde gerçekleştirilen Numune Köyler yeniden hatırlanmayı ve kent-kır ilişkisine katkıları bakımından bir model olarak yeniden irdelenmeyi hak ediyor.
Sosyal Konut Denince Neyi Anlamalıyız?
Sosyal konut; gelir düzeyi, insanca yaşanabilir bir konutta barınma olanağını bulamayan, ekonomik açıdan yoksul hane halklarının barınma gereksinmelerinin, kiralık ya da mülk bir konutta devlet tarafından karşılanmasıdır. Bu karakteriyle sosyal konut, kamu fonlarının aktif olarak kullanıldığı; fiyatların ya da kiraların belirlenmesinde kâr kaygısının baskın olmadığı; siyasi karar mekanizmalarının önemli etkiye sahip olduğu konutların inşası sürecidir. Devletin gelir adaletsizliğine karşı yoksul halkı koruyup gözetmek görevini konut piyasası üzerinden yerine getirdiği bir araçtır. Ve en önemlisi nihai amaç; vatandaşı mülk sahibi yapmak değildir.
Kavramsal olarak her ne kadar “sosyal konut” ve “toplu konut” aynı anlamda kullanılıyor olsa da her toplu konut üretim süreci “sosyal” değildir.
Bu çerçevede değerlendirdiğimizde, bugünlerde tartıştığımız TOKİ aracılığıyla hükümetin vaat ettiği “Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Sosyal Konut Hamlesi” gerçek bir sosyal konut projesi midir? Yoksa ticari bir kavrama karşılık gelen, kapitalist “konut pazarı” ya da “konut endüstrisi” tarafından üretilen konut yerleşmelerini ifade eden “Toplu Konut” hamlesi midir?
Hamlenin içeriğini ve ruhunu, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanının konut edinme şartlarına ilişkin açıklaması özetliyor aslında: Yoksul ve dar gelirli vatandaşın konut hayalini gerçekleştirebilmesi için üç görevi var:
Dişini Sık
Ek Mesai Yap
Borç Al
Bu görevlerini yerine getiren vatandaşlar, adı “sosyal”, içeriği 1982 Anayası’nın ruhuna uygun “toplu konut teşebbüsü”nden pay sahibi olmayı hayal edecekler. %10 peşinatı yatırıp, 20 yıllık vadede, değişken faizli ödeme planına hangi yoksul ve ihtiyaç sahibi vatandaşın ekonomik olarak dayanma gücünün olduğu ise kamuoyunda en çok tartışılan konu olmaya devam ediyor. Belirsizlikler silsilesi bununla da sınırlı değil: Toplu konutların hangi ilde hangi arazi üzerine inşa edileceği, proje alanlarının özellikleri ve mimari projeleri gibi diğer teknik detaylar ise hiç bilinmiyor.
Nasıl Bir Sosyal Konut Stratejisi ve Planlaması Geliştirilmeli?
Dünyadaki sosyal konut uygulamaları incelendiğinde; bu projelerin bir yandan kötü koşullar altında yaşayan yoksul kesimlerin yaşam kalitelerini yükseltirken, bir yandan da kentsel dönüşüm yöntemi olarak, kentin çarpık ve hastalıklı olarak görülen alanlarının sağlıklaştırılmasının bir aracı olarak kullanıldığını görüyoruz.
Türkiye’de kentsel dönüşüm adı altında başlayan uygulamaların da aynı niyetlerle başlamış olduğunu hatırlamalıyız. Maalesef bu girişimlerin başarı yüzdesi oldukça düşük. Üstelik bu başarısızlıklar çok sayıda mağduriyete ve davaya da konu olmuş durumda.
Peki hem kent yoksullarının hem de kentsel mekanın, “kazanan” olduğu Sosyal Konut Projelerini nasıl hayata geçireceğiz?
Anadolu Kalkınma Kuşakları İle Eş Zamanlı Sosyal Konut Programı
Öncelikle sosyal konut projelerini, gelir adaletsizliğinin yarattığı eşitsizliği gidermenin en önemli adımlarından biri olarak değerlendirmek gerekiyor. Bunun için de meseleyi, sadece “vatandaşı mülk sahibi yapmak” anlayışıyla, dar bir çerçevede değerlendirmemek gerekiyor. İnsani yaşam koşullarında herkesin barınma hakkını savunurken, bunu kompleks ve çok etmenli bir stratejik süreç olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Ekonomik ve bölgesel kalkınma ile sosyal konut projelerini bir arada düşünmediğimiz sürece; ortaya çıkan tek şey, “beton” ve “beton maliyetleri altında ezilen kent yoksulluğu” olacak.
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yola çıkış idealine geri dönmek gerekiyor. Konut sorununun çözümünü, kentsel-kırsal nüfus dengesi ve üretim süreçlerinin geliştirilmesi ile eş zamanlı olarak değerlendiren bir stratejiye ihtiyacımız var.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2018 Genel Seçimleri’nde gündeme getirdiği en önemli kalkınma projelerinden biri olan “Anadolu Kalkınma Kuşakları ve Merkez Türkiye Programı”na paralel olarak yürütülecek bir “Sosyal Konut Programı” ile ekonomik kalkınmaya eş zamanlı bir sosyal planlamayı yapmak mümkün.
Üretime dayalı ekonomik sistemin çökmek üzere olduğu kırsaldan kente göçerek, kent yoksulluğunun birer parçası olan Anadolu insanının, Kalkınma Kuşakları programı kapsamında yerinde kalkınması için gerekli araçlardan biri de, bu bölgelerde, Sosyal Konut projelerinin hayata geçirilmesi olmalıdır.
Üretime dayalı ekonomi politikalarına bağlı olarak, Anadolu’nun üretime devam etmesi, Sosyal Konut projeleri ile de teşvik edilerek, kırsalda yaşam ekonomik refah ile eşdeğer hale gelmelidir.
Üretim-Kalkınma-Sosyal Konut üçgeninde kurulacak bütüncül bir stratejiyle Türkiye’de toplumsal refah sağlanabilir.
Hayallerin değil gerçeklerin konuşulduğu, algıların değil kaynakların yönetildiği bir ortak Türkiye aklıyla başarabiliriz.
Comments